Bir kaybın arkasından yazmak zor, Tomo Dayday gibi bir kaybın arkasından yazmak ise daha da zor. Geride bıraktığımız bu bir senede sürekli hatırladığımız, gülerek birbirimize anlattığımız bir dolu an varken; kâğıtla kalemle baş başa kaldığımızda nereden başlayacağımızı gerçekten bilmiyoruz.
Ama bütün bu karmaşanın içinde bir an durup düşününce, aslında nereden başlayacağımızı biliyoruz da. Çünkü bundan sadece birkaç yıl önce, önümüzde kocaman bir kapı açıldı: Hıdivyal Palas’ın eksi birinci katında kitaplarla, raflarla, kolilerle dolu kapısı… Ortada bir masa; etrafında yıllardır orada oturanlar, mutfakta demlenen çay suyunun fokurdamaları, içeriden gelen simit-poğaça kokusu ve bir sürü kahkaha…
İçeri ilk girdiğimiz anda bir cümle duyduk: “Ooo, pari yegar oryort.” O andan sonra kapıyı her itişimizde gıcırtının, anahtar şıkırtılarının arkasından bizi hep o cümle karşıladı. Masanın etrafına hemen iki sandalye daha çekildi. Biz daha kendimizi dinlemiyorken, yerimizi bulmaya çalışırken, bize söz verilmeye başlandı, söylediklerimiz dinlenmeye… Düşündüğümüzün, söylediğimizin kıymeti oldu. Bunu bekliyor muyduk, hâlâ bilmiyoruz. Ama alışmak hiç zor olmadı. Çünkü hararetle ya da keyifle tartışılan her kelimenin, her noktanın, her virgülün sonrasında gözler bize de dönüyordu.
Öylesine bir çalışma günü, birdenbire unutulmayacak bir derse dönüşüyordu. Keyifsiz başladığımız bir gün, bardaklara dökülen çayla derdimizi alıp götürüyordu. Günler geçtikçe, yeni kitaplar ve koliler gelip giderken, misafirler uğrarken, yılbaşı kutlanırken, bir doğum günü pastasını beraber bölerken ya da arşivde bulduğumuz bir gazete kupürünün üstünde saatlerce sohbet ederken biz de bu kocaman ailenin içinde kendimize yer bulduk. Bu da Tomo Dayday ve Oryort Payline’nin sayesinde oldu.
O yüzden daha dün bu yazıyı yazmaya karar verip bugün bu satırları dökerken boğazımız düğümleniyor, gözlerimiz doluyor. Ama içimizde kocaman bir umutla, elimizden geleni, bu jarankı, yani bu mirası, bu geleneği devam ettirebilmek için ortaya koyuyoruz. Öyle kıymetli ki en koca gönüllüsünden öğrenilmiş, nezaket ve paylaşma sevgisi… İnsanı insan gözünden görmeyi seçenlerin, her milleti, her sesi takip etme arzusu… Biz dünyevi sesleri, her türlü üretimi ve bir selam bekleyen her bir bireye tebessümle bakmayı miras aldık. Bize verilen o kıymetin, o söz hakkının değerini biliyoruz. Ve elimizden geldiğince hakkını vermek istiyoruz.
Onların mirasları bizdik, bizim mirasımız onlar ve öğrettikleri.