İstanbul’da doğdum, Bomonti-Şişli’de büyüdüm. Ergenliğim ve ilk gençliğim Beyoğlu’nda geçti. Hâlâ da Beyoğlu’nda yaşıyor ve çalışıyorum. Sosyo-kültürel karmaşanın, steril olmayanın vücut bulduğu bir semt Beyoğlu ve benim için İstanbul temsili. Farklı malzemeler ve rastgele birlikteliklerini denemek hoşuma gidiyor. Buluntu nesne ve kumaşları toplayıp kullanmaya çalışıyorum. İstanbul çöpleri bunun için epey elverişli. Dışarıdayken gözüm hep çöplerde! Birisi bir parçadan vazgeçiyor, atıyor ama o bambaşka bir şeyin parçası oluveriyor.
Yesayan Perde: Köklerinin nerelere gittiğini görmediğimiz bitkiler odayı sarıyor
Yesayan Derneği kurulurken mekânın iç tasarımını yapan sevgili Serkan Aka benimle iletişime geçti. Etkinlik, söyleşi gibi durumlarda odayı bölmek, arşiv kısmını salondan ayırabilmek için bir paravana ihtiyaç duyduklarını söyledi. “Yesayan Derneği’nin sağladığı ev hissiyle, sanki bir “oturma odası perdesi” gibi düşünüp kumaş perde yapma fikrinde ortaklaştık. Gerektiğinde kapanacak; açık olduğunda da sade bir sanat işi olacaktı. İşe başlamadan önce Yesayan’ı tanımaya çalıştım. Sanki duvara asılmış bir fotoğrafının olduğu, mekânın sunduğu ev hissini devam ettirecek 2 boyutlu bir odacık hayal ettim. Bir masanın üzerine konulmuş, her biri ev olan kitaplar ve pencerelerinden gelen ışık… Köklerinin nerelere gittiğini görmediğimiz bitkiler odayı sarıyor ve bazıları masada narlarla birlikte kitap-evlere eşlik ediyorlar. Yesayan Derneği henüz yapılırken ilk gittiğimde, tanıdık bir yerde ve bir evdeyim gibi hissetmiştim. Mekânın kendisi bir ev perdesi fikrine açık bir alan sunuyordu. İhtiyaç duyulan paravanı da böylelikle çözüyor oluyorduk.
Perde Olarak Sanat Eseri
Yesayan Perde özelinde perde/paravan fikri ortak ve kendiliğinden ilerlemiş oldu diyebiliriz. Tasarım ve üretim sürecinde mekânın kendi ışığı, rengi ve kullanılan malzemeleriyle uyum içinde olacak, göze batmayıp aynı tonlarda kaybolacak tercihlerde bulunmaya çalıştım. Perde açıkken çok sade olmalıydı…
Kumaş, Işık ve Organik Yapılar
Yesayan Perde’de reflektif veya transparan kumaş yok ancak genel olarak sağından solundan, arkasından bakınca farklı bir görsel veren, ışık ve yansımayla oyun oynayan kumaş ve malzemelerle çalışmayı seviyorum; o görseli sunan yalnızca ben olmamış oluyorum; bana da sürprizli oluyor. Makinelerin yaptığı nizamlı dikiş gibi kendini tekrar eden dümdüz ve temiz bir yapı kurmamak bana organik ve iyi hissettiren. Yavaş ve hataya açık; ama aynı zamanda kolay sökülüp tamir edilebilecek olan gibi… Zaman alan, değişime, yoruma ve boşluklara açık bir üretim süreci izliyorum.
Dantel, Kadife ve Yesayan’ı Yakalığı
Yesayan Perdesi’nde upcycle edilmiş dantel var. Bomonti’de, kaç yıllık olduğunu bilemediğim bir çay masası danteli bulmuştum. O danteli kesip Zafer’in yakalığı gibi kullandım. Mecbur kalmadıkça yeni kumaş almamaya çalışıyorum ancak fon olarak kullandığım döşeme kadifesi yeni üretim bir kumaş tabii. Perde boyutu çok büyük olduğu için buluntu kumaşlarla tek, sade bir parça yapamıyordum. Daha önce hiç Yesayan okumamıştım ve açıkçası tanımıyordum. Süreçle 2 novellasını okudum; dili çok yalın ve yakalayıcı gelmişti. Üslubunu çok akıcı ve modern bulmuştum. Zamanının direnişine yaptığı katkıyı, aktif ve dayanışmacı karakterini öğrenince etkilenmemek mümkün değil.
Kişisel Olanın Paylaşımı
Set deneyimlerimin üretimlerim üzerinde profesyonel bir etkisi olmasa da kişiliğime kattıkları ve büyüttükleri çok nokta vardır elbette. Elde üretim ve öncelikli olarak kumaşlarla çalışmak ortak nokta sanırım. Buluntu kumaşlar, eski objeler, farklı malzemeleri bir arada kullanmak o zaman da beni heyecanlandıran şeylerdi. Eskiden tasarım odaklı düşünüp, kullanılabilecek parçalar üretiyordum; şimdiyse sanatsal bir yaklaşımla çalışıyorum, yaptıklarım kullanım nesnesi olmuyor. Katıldığım ilk sergi olan “Güneş Yerinde’yi sevgili Eda Gecikmez ve Sevil Tunaboylu düzenliyordu; ürettiğim işleri çalışılacak başlığa uygun görüp beni de davet etmişlerdi. Sanatsal bir iş üretip sunabileceğim, paylaşıma açabileceğim özgüvenini kazanmama vesile oldular. Sevgili Esme Madra’nın ikinci kısa filmi Sarı, Siyam, Kanocular ve Ev Sahibi ile UIFF tarafından en iyi sanat yönetmeni ödülüne layık görülmem, hayal edip paylaşmaya çalıştığım dünyanın karşılık bulduğuna, kurduğumuz dünyanın başkalarına da dokunduğuna dair çok hoş bir deneyim oldu.
Görsel Düşler ve Yavaş Anlamlar
İnsanın kendi dünyasını paylaşması çok ilginç ve cüretkâr bir şey. Aşırı kişisel olan bir şeyler paylaşıyorsun; neden paylaşıyorsun? Açıkçası bilmiyorum. Kendini açmak, başka kişilere dokunma ihtimali birliktelik duygusunu getiriyor sanırım. Bu sene başında ilk kişisel sergimi açtığımda bunu çok net hissetmiştim. Hala pek sindirebildiğimi söyleyemem ama bahsettiğiniz sergi ve ödül, bu kafa karışıklıklarımda biraz hafiflememi sağlamıştır. Bir işi üretmeye başlamadan önce genelde görsel bir “şey” geliyor, bir his/şey… Onu yapmaya, dikmeye biçmeye başlayınca anlamı ortaya çıkıyor ve zihnimde bir yerlere oturuyor. Yaparken düşünüp değiştiriyorsun, ekleme çıkarma yapıyorsun ve ilk başta sanki kendiliğinden ortaya çıkıvermiş o “şey” üzerine kavramsal tasarı geliştiriyorsun; üretime üst üste katarak devam ediyorsun. Yani ne yalnızca görsel ne de kavramsal…
Şu Sıralar…
Hayalimde bir kumaş kitap serisi var. Onun notlarını alıp ufak eskizlerine çalışıyorum.
İki sanatçı arkadaşımla ortak yapmayı istediğimiz bir sanatçı kitabı/defteri fikri var.
Yazın çekilecek bir uzun metraj filmde sanat yönetmenliği yapacağım.