Norayr Olgar

Yesayan Perde: Köklerinin nerelere gittiğini görmediğimiz bitkiler odayı sarıyor

1/10/2025

Sanatçı Selen Hayal ile, Yesayan Derneği için 2023 yılında tasarladığı ‘Yesayan Perde’nin tasarım ve üretim süreci üzerine konuştuk. İhtiyaçtan doğan işleviyle mekânın merkezinde yer alan bu çalışma, aynı zamanda Hayal’in malzemeyle kurduğu kişisel ilişkisini, üretim süreçlerine bakışını ve mekânın sunduğu ‘ev hissi’ne yaklaşımını ortaya koyuyor.

‘Yesayan Perde’nin ortaya çıkış sürecinden biraz bahseder misiniz? Bu işi yapmaya ne itti sizi?

Aras Yayıncılık üst kata taşınmıştı. Yesayan Salonu kurulurken, mekânın iç tasarımını yapan sevgili Serkan Aka benimle iletişime geçti ve bir paravana ihtiyaç duyduğundan bahsetti. Etkinlik, söyleşi gibi durumlarda odayı bölmek, arşiv kısmını salondan ayırabilmek için bir paravan olsun istiyorlardı. ‘Yesayan Salonu’nun sağladığı ev hissiyle, sanki bir ‘oturma odası perdesi’ gibi düşünüp kumaş perde yapalım fikrinde ortaklaştık. Gerektiğinde kıvrılıp kapanacak ama açık olduğunda da duvara asılmış, sade bir sanat işi olacak gibi hayal ettik. Tasarımı bana bıraktılar. Ben de büyük bir heyecanla düşünmeye başladım. Öncesinde Zabel Yesayan’ın kitaplarını okumamıştım. Çok şanslı hissettiğim bir yazın tanışması oldu. Ve tabii böyle özel bir mekânda işimin bulunacak olması büyük onurdu benim için.

Yesayan’ı tanımaya çalıştım. Gencecikken çekilmiş portresinden yola çıkarak, sanki duvara asılmış fotoğrafının olduğu, mekânın sunduğu o ‘ev’ hissini devam ettirecek, iki boyutlu bir odacık hayal ettim. Perdenin görseli böyle, yavaş yavaş belirmeye başladı. Bir masanın üzerine konulmuş, her biri ev olan kitaplar ve pencerelerinden gelen ışık… Köklerinin nereye gittiğini, odamızda ama nerede bittiğini görmediğimiz bitkiler… Ve bazıları masada narlarla birlikte kitap-evlere eşlik ediyorlardı.

Perde gibi gündelik bir ev objesini sanat nesnesine dönüştürme fikri nasıl gelişti?

Öncelikli söylemeliyim ki tekstil sanatları ile haşır neşirim. İşlerimde yorgan, perde, örtü, çarşaf gibi ev tekstillerini epeyce kullanıyorum. Buluntu parçalar veyahut bazen de yeni kumaşlar… Upcycling (ileri dönüşüm) fikrini önceliyorum ama her projede hayat bulamıyor tabii.

‘Yesayan Perde’ özelinde perde-paravan fikri ortak ve kendiliğinden ilerledi. Aslında hem teknik hem görsel tasarım aşamaları sonucunda böyle bir iş çıkmış oldu. Tasarım ve üretim sürecinde mekânın kendi ışığı, tasarlanan rengi ve kullanılan malzemeleriyle uyum içinde olacak görsel tercihlerde bulunmaya çalıştım. Perde açıkken çok sade olmalıydı ve desenlerin yerden yüksekliği gibi ölçüler önemliydi; çünkü üzerine indireceğimiz bir projeksiyon perdesi olacaktı. Kompozisyon tasarımı böyle ilerledi. Projeksiyon açıkken de iki perde birbirine karışmamalı ve göz yormamalıydı gibi…

Bu dönemde hafıza, rüya ve aidiyet gibi kavramlarla meşgul olduğunuzu biliyoruz. Bu kavramlar ‘Yesayan Perde’de nasıl somutlaşıyor?

23 Ocak – 16 Şubat arasında, Schneidertempel Sanat Merkezi’nde ‘Kah Söner Kah Parlarmış’ başlıklı bir kişisel sergim oldu. Orada bu kavramlar üzerine çalıştığım işlerim sergilendi. Geçmişten yansıyan imgeleri, izi kalmış ihtimalleri ve hisleri tekrar düşünmeye, deşifre etmeye yönelik bir motivasyonu vardı serginin. Uykuda yaşanan rüyaların es geçilmemesi ve onların aslında yaşamımızın bir bölümü olduğunu hatırlatmak istemiştim. Bilinçaltı da kişisel tarihimizin önemli bir parçası.

Yesayan Perde’de bu kavramlara dair direkt bir referans yok aslında. Tasarlarken de kişisel tarih gibi bir yerden hareket edemezdim zaten. Ancak belki şöyle bir şey söyleyebilirim: Yaşanmış/yaşanagelen toplumsal ve kültürel edinimler ne olursa, kim olursa olsun, bumerang gibi dönüp kendi yerini buluyor. Eğer çözülmemiş bir mesele varsa, ister iktidar ister kendimizden veya halktan gelen olsun, illa ki hep ve hep aynı sorunla karşı karşıya geliyoruz: Türler, kimlikler ve sınıflar eşitliği, ortaklığı; anlaşma ve birlikteliği kurulmadığı sürece hiçbir canlı refah içerisinde olamayacak belli ki. Kişisel ve toplumsal tarih yeterince örnek sunmuyor mu?

blog_varakuyr_1 blog_varakuyr_2

Kadife fon, kum boncuklar ve el dikişi… Bu malzemeleri ve teknikleri seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Yesayan Perde’de reflektif veya transparan kumaş yok ancak genel olarak sağından solundan veyahut arkasından bakınca farklı bir görsel veren kumaş ve malzemelerle çalışmayı seviyorum. Net bir sabitliğin olmaması, makinelerin yaptığı nizamlı dikiş gibi kendini tekrar eden ‘dümdüz’ bir yapı kurmamak bana daha iyi hissettiriyor. Yavaş ve hataya açık; ama aynı zamanda kolay sökülebilen ve tamir edilebilecek olan gibi… Zaman alan, değişime, yoruma ve aradaki boşluklara teşne bir üretim ve izleme süreci -kendime dair tam açıklayamadığım bir yer olsa da- yaşama genel yaklaşımımla ilgili sanıyorum. İçgüdüsel bir şey diyebilirim.

Eserde geri dönüştürülmüş ya da ‘bulunmuş’ objeler var mı? Varsa, bu malzemelerin hikâyeleri neler?

Yesayan Perde’de ileri dönüşmüş dantel var. Kaç yıllık olduğunu bilemediğim bir çay masası dantelini Zabel’in yakalığı gibi kullandım. Bit pazarlarından veya ‘çöp’lerden topladığım malzemeleri kullanmak önceliğim. Mecbur kalmadıkça yeni kumaş almamaya çalışıyorum ancak Yesayan’da aslen kullandığım döşeme kadifesi yeni üretim bir kumaştı; boyutu çok büyük olduğu için buluntularla yekpare bir parça yapamıyordum.

Yesayan Perde’yi çalışmaya başlamadan önce yazar, edebiyat alanında ürettikleri ve yaşamı sizi etkiledi mi, nasıl?

Daha önce hiç Yesayan okumamıştım ve açıkçası onu tanımıyordum bile. Bu fırsatla iki novellasını okudum ve zamanının direniş ve kadın hareketine istemli-istemsiz yaptığı katkıları öğrenince çok etkilendim. Edebiyat tarihine özel bir katkı yaptığı açık ve kadın yazını özelinde epey önemli örnekler vermiş. Birey olarak kadın ve istekleri, toplumsal hak isteklerini savunuyor olması çok etkileyici geldi.

Set tasarımcılığı ve sanat yönetmenliği deneyimlerinizin bugünkü üretimlerinize etkisi oldu mu?

Üniversiteden mezun olduktan sonra çalışmaya başladığım prodüksiyon şirketinde yürütücü asistanlık yaptım ve sonrası serbest zamanlı kostüm asistanlığına başladım. Birkaç yıl geçtikten sonra, hizmet ettiğim sektöre kendimi ait hissetmediğim için serbest çalışmaya başladım ve işi bıraktım. Dükkân tutup 2011-2014 arası ‘Serotonin Craft and Design’ isimli markamı işlettim. Kahve ve atıştırmalık sunarken, dükkân bir yandan da benim atölyem gibiydi. Ürettiğim ufak tasarım, günlük kulanım nesnelerini ve birkaç arkadaşımın konsinye verdiği işleri satıyordum. Ticaret benlik değil ve bambaşka bir şeymiş diyerek battım ve dükkânı kapattım. Sonrasında bağımsız yapımlarda, kısa film ve performans işlerinde kostüm ve set tasarımına dair çalışmaya devam ettim.

Direkt sonuç isteyen bir iş kolunda çalışma hayatına başlamak etraflıca düşünme ve farklı perspektif kazanma konusunda bana bir şeyler katmış olmalı. Yapılan iş özelinde kendi bakış açım önemliydi ama bir yandan ortak tasarımın gerektirdiği ilişkiyi organik olarak öğrendim sanırım. Sonrasında münferit çalıştığım işler de kendimi geliştirmeme olanak sağladı.

Şu vakitteki üretimlerim üzerinde profesyonel olmasa da kişisel olarak bu deneyimlerin etkisi çok büyüktür.

2018’deki ‘The Sun is Still There’ [Güneş Yerinde] sergisi ya da 2020’deki sanat yönetmenliği ödülü sanat pratiğinizde nasıl izler bıraktı?

Katıldığım ilk sergi olan ‘Güneş Yerinde’yi Eda Gecikmez ve Sevil Tunaboylu düzenliyordu; ürettiğim işler dahilinde uygun görüp beni de davet etmişlerdi. Öncelikli olarak sanata dair bir iş üretip sunabileceğim özgüveni kazanmama vesile oldular diyebilirim. Keza Esme Madra’nın ikinci kısa filmi ‘Sarı, Siyam, Kanocular ve Ev Sahibi’ ile 2020’de UIFF’ten ‘En İyi Sanat Yönetmeni’ ödülüne layık görülmem hayal edip paylaşmak istediğim dünyanın karşılık bulduğuna dair çok ilginç bir deneyim oldu.

İnsanın kendi duygu ve dünyasını paylaşması epey ilginç ve cüretkâr bir şey. Çok enteresan geliyor bana. Bu sene başında ilk kişisel sergimi açtığımda bunu çok net hissettim. Hâlâ pek sindirebildiğimi söyleyemem. Hislerimi paylaşan veya yakınından geçen herkese ne kadar teşekkür etsem az.

Bir işi üretmeye nasıl başlıyorsunuz? Önce görsel bir fikir mi gelir, yoksa kavramsal bir arayış mı?

Evet, kesinlikle görsel bir ‘şey’ geliyor, bir his… Önce bir üretme, işleme hazzı-heyecanı geliyor ve görsel üzerinden, bilinç akışı halinde gidiyor. Biraz ortaya çıkınca kavramsal ve bağlamsal düşünmeye çalışır buluyorum kendimi. Değişiyor yapılan. İteleyerek değil de içgüdülerini takip ederek ilerliyor sanki… Sonrasında şanslıysam ortak duygulanımı yakalamaya çalışıyorum.

Rüya ve belirsizlik gibi sezgisel kavramlarla çalışmak, üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?

Gündelik yaşamdan farklı olarak etkilemiyor aslında. Rüyalar da yaşantı bence. Niçin es geçelim?

Hayatımızın ortalama üçte biri uykuda geçiyorsa orada da bir şeyler olmalı; yaşanıyor aslında.

Kendi tarihime dair çok rüya görüyorum. ‘Vivid rüya’ diyorlar, gerçek gibi. Ben köklerimin ne/kim olduğunu bilmeyen bir Türkiye vatandaşıyım. Özellikle vefat etmiş babaannem üzerinden çok ciddi ve sert rüyalar görüyorum hep… Kendisi hayattayken özel bir paylaşımımız da yoktu, olamadı maalesef. Ama bu rüyalar, gerçek gibi, beni çok etkiledi ve etkiliyor…

Belirsizlikten ziyade olasılıklar diyelim bence. Belirsizlik pasif bir yerken olasılıklar kişiye aktif alan sunuyor. Şimdi ve geleceğe dair elimizdeki tek şey olasılıkları kullanmak… Tasarım ve üretim aşamasında da bu özgür alana sahip olmaya çalışıyorum. İlk başta bir fikri sabitleyip onu gerçekleştirmekten ziyade anbean değişebilir bir alanda süzülmek iyi hissettiriyor. Sezgisellik, tanımı üstünde, kendiliğinden gelen zaten… Doğaçlamak ve öyle yol almak iyi hissettiriyor. Su yolunu buluyor gibi… Bu iyi bir yöntem demiyorum; sadece ben de böyle olmuşum, olagelmişim demek istiyorum.

İstanbul’un sizin için nasıl bir ilham kaynağı olduğunu düşünüyorsunuz? Şehirle ilişkiniz üretimlerinize nasıl yansıyor?

İstanbul’da doğdum. Bomonti-Şişli’de, hatta Beyoğlu’nda da büyüdüm aslında. 1984’lüyüm, ergenliğim ve ilk gençliğim Beyoğlu’nda ve Beyoğlu’nun son güzel zamanlarında geçti. Aile evinden ayrıldığımda da Beyoğlu’nda yaşadım, hâlâ daha burada yaşıyorum. Sokaklarında müzik de yaptım, partiledim de. Son zamanlarda ne kadar çirkinleşse de burayı bırakmaya gönlüm el vermiyor.

Steril bir semt olmayan Beyoğlu, benim için İstanbul. Her türlü sosyal-kültürel karışıklığa ev olan semtim, ve şehrim o. Üretimlerimde çöpten buluntu olsun, yeni parça olsun karıştırmayı seviyorum. Her gün önünden geçtiğim bir Rum binasının işlemesi özel bir ifade benim için veya Karaköy’e indiğimde Ermeni bir mimarın yapımı bir hana girip hayran oluyorum; malzeme almak fazladan heyecan verici oluyor. Bir dükkâna giriyorum Müslüman, diğeri Yahudi. Bu karmaşık şehir aşuresi çok nefis! Farklı malzemeler ve rastgele malzeme birlikteliklerini denemek hoşuma gidiyor. Buluntu nesne ve kumaşları tekrar kullanıma geçirmeye çalışıyorum. İstanbul çöpleri bunun için epey elverişli. Arada çöp toplama saatlerinden önce sokakta dolanıyorum. Birisi bir parça atıyor ama o bambaşka bir şeyin parçası olabiliyor.

Steril ve tam bitmiş bir parça yapmak istemedim hiç. Hep yoruma açık ve biraz dalavereli olsun; her bakan, ben de dâhil, kendi yeni bir şey hissederse hissetsin istedim. Şehir tasa ve şikâyet getiriyor; ama zıddına ve inadına hatırlama ve umut demek istiyorum.

Selen Hayal kimdir?

1984 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi’nden mezun oldu. Kariyerine reklam ve moda çekimlerinde stil asistanı olarak başladı; zamanla serbest set tasarımcısı ve sanat yönetmeni olarak çalışmalarını sürdürdü. El sanatları ve video sanatına ilgi duymaya başladı. 2011-2014 arasında serigrafi baskı, el yapımı nesneler ve illüstrasyonlar sunan küçük bir işletme olan ‘Serotonin Craft and Design’i yönetti. 2018’de ArtSümer’de düzenlenen ‘The Sun is Still There’ adlı karma sergiye katıldı. 2020’de 7. UIFF tarafından ‘En İyi Sanat Yönetmeni’ ödülüne layık görüldü. İlk kişisel sergisi ‘Sometimes It Fades, Sometimes It Shines’, 2025’te Schneidertempel Sanat Merkezi’nde izleyiciyle buluştu. Aidiyet, belirsizlik, akışkanlık, hafıza ve rüyaların çift yaşamı gibi kavramlarla ilgileniyor. Türler arası ilişkiler, simbiyoz, ortak miras ve kesişimler üzerine çalışıyor. Sanatsal pratiğinde ev tekstilleri, kadife, kum boncukları ve iplikler kullanıyor. Kapitone, boncuk işleme ve nakış tekniklerinden yararlanıyor. Dönüştürme ve bulunmuş nesneler üretim sürecini besliyor.